Friday, March 29, 2013

Uçtum Uçtum Berlin'e Nasıl Kondum - 2


Berlin'de bugün hava yer yer stres ve isyan bulutlarıyla dolu, hafif mide bulantısıyla karışık, depresyon yüklüydü. Böyle havalarda, kendinizi ev işlerine verirseniz havanın kasvetini biraz unutur, dördüncü katın penceresinden aşağıya atlama, kafanızı fırına sokup gazı sonuna kadar açma ya da kendinize evdeki ilaç deposundan leziz bi kokteyl hazırlayıp bi nefeste yutma gibi bir takım tatsız ve rahatsız edici isteklerinizi bir parça öteleyebilirsiniz.

Bana gelince, ben her zaman günümü çamaşır, bulaşık, temizlik ve yemek gibi aktivitelerle şenlendirmesini bilen biri oldum. Ancak havada stres ve isyan bulutlarının yanında, öfkeyle karışık nefret rüzgarları esiyorsa tüm bu işleri bitirmek yalnızca bir yarım gününüzü alabilir. Bu durumda günün diğer kısmında hayati tehlikeniz devam ediyor demektir. Fakat yine de endişelenmenize gerek yok çünkü bendeniz 'Berlin'de bir gurbet kuşu' olarak test ettim onayladım, çözüm bir telefon mesafesi kadar yakında. Günün diğer kısmındaki hayati tehlikeden kurtulmak için telefon listenizde ne kadar kafa ütüleyici eşiniz dostunuz varsa kendilerini evinize davet etmelisiniz. Günümüz bilişim çağında telefonunuzu kullanmak yerine internet yoluyla sosyal medyadaki takipçilerinizi, arkadaşlarınızı çok mecburi durumlarda siber sapıklarınızı da davet edebilirsiniz. Burada önemli olan beyninizi kullanılmayacak hale getirene kadar meşgul edecek ve önemsiz ayrıntılarla dolduracak mümkün olduğunca çok bireye en kısa sürede ulaşabilmenizdir. Önemli bir ayrıntı olarak ağırlayabileceğiniz maksimum misafir sayısı kadar hayati tehlikeyi atlatma şansınızın yükseleceğini lütfen unutmayınız.

Bugün sizi neden burada toplamış olduğumu da böylelikle anlamış oldunuğunuzu umuyorum. Geçen seferki kurbanıma hikayemi anlatırken çaydanlığın altını yaktığım için sizlere çay ikram edemeyeceğim efenim, affınıza sığınıyorum. Evde ne kadar püskevit varsa dün geceki göz yaşı sağanağında önlem olarak tükettim, bu yüzden bugün burada yalnızca bol bol kuru laf ve sizleri hiç mi hiç ilgilendirmeyen hayat hikayemin ufak bir parçasını bulacaksınız. Bunun hem sizin hem de benim ruh sağlıma iyi geleceğini garanti ediyor, vereceğim geçici beyin durgunluğundan dolayı takdir edilmeyi bekliyorum.

Nerede kalmıştık.. Turuncu bir sonbahar günü..Yüzümdeki anlamsız çakır keyif gülüş ve taksiden inişimiz.. Eve vardığımızda, bizi kapının önünde bekleyen Alex, Jan ve Umut üçlüsüyle karşılaşmıştık. Üçü de birbirinden sevimli ve yakışıklı görünüyordu. Derya'yla göz göze gelişimizi hatırlıyorum, birbirimize gözlerimizle ohh iyi ki gelmişiz, gözümüz gönlümüz açılacak demiştik içeriye girerken. Erasmus arkadaşlarımızın poşetleri vodka, bira ve bilumum alkol ürünüyle doluydu. Kafası üç biradan sonra çoktan iyi olmuş ben, üzerine bir de iki bardak vodkayı yuvarlayınca önümü göremez duruma gelmiştim. O zamanki sarhoşluğun etkisi olsa gerek, tanışma faslını pek iyi hatırlayamıyorum ama Umut'un adını Umur diye anladığımı ve bütün gece ona Umur diye seslendiğimi hatırlıyorum. Sarhoşluğumdan faydalanan Alex, beni laptopunun başında kilitlemiş bütün gece anlamsız şarkılar dinleterek kız arkadaşıyla olan problemlerinden bahsetmişti. Kalkıp gidemiyordum bi türlü çünkü ağladı ağlayacak mahsun gözlerle anlatıp duruyordu çocuk, ingilizcem tüm söylediklerini anlamama yetmese de yapacak bir şey yoktu, kaderime razı gelmiştim bi kere ne söylese kafamı sallıyordum. Gözüm arada sırada masanın öbür ucundaki muhabbete kayıyor, Derya ve Umut'un sohbetlerinin ilerlediğine tanık oluyordum. Bir süre sonra Umut ve Jan, Umut'un karnı ağrıdığı için evden ayrıldılar. Benimse Alex'le olan çilem bütün gece bitmek bilmedi. Marco o gece iki kez aramış ancak ben duymamıştım. Her on beş dakikada bir acaba aradı mı diye telefonunu kontrol eden, Marco'yla tanıştıktan sonra telefonu adeta doğal bi uzvuymuş gibi kendine yapışık tutan ben, nasıl olduysa aradığını duymamıştım o gece. Belki de sonun başlangıcıydı bu ve ben o zaman farkına varamamıştım.

Gece eve döndüğümde apar topar Skype'ı açtım, belki bir ihtimal Marco'yu yakalar konuşma fırsatı bulurum düşüncesiyle ama yoktu. Son bi kuvvetle dişlerimi fırçalayıp, kendimi yatağa attığımda , ilk defa senaryonun 'Marco'yla yeniden karşılaşacağımız ilk gün' teması üzerine kurulduğu aptal hayaller kurmadan sade ve derin bir uykuya daldım.

O gün o evde vücudumun kimyasını değiştiren, rüyalarımdan başlayarak bütün ruhumu ele geçiren ve beni gün geçtikçe dönüştüren, değiştiren bir şey girmişti kanıma. Ben uykunun derinliklerinde her şeyden habersiz ilerlerken, kanımdaki şey tüm ekibiyle birlikte dönüşümün inşaatına Marco'yla ilgili kurduğum hayalleri yok ederek başlamıştı bile. Peki ama neydi kanıma bu kadar hızlı ve etkili karışan şey ? Yan etkileri, semptomları , sonuçları ne olacaktı ? Bütün bu soruların cevabını nasıl keşfedecektim..

Devamı çok yakında :)

4 comments:

  1. eşekkim benimmm... heyecanla beklemekteyim devamını...

    ReplyDelete
  2. gerçekten mi :) çok yakında gelioooor devamı da..

    ReplyDelete
  3. arkası yarın tadında kapıldık rüzgarına



    ReplyDelete
  4. umut vampir değil demi :) alacakaranlık serisi geldi aklıma sen değişimden bahsedince :))

    ReplyDelete