Berlin'de
başıma gelen en güzel şey belki de Familiengarten'daki kocaman
yürekli kadınlarla tanışmam oldu. Şehre geldiğim ilk gün, daha
herşeye herkese yabancıyken, ürkekliğim mideme kocaman bi taş
olup oturmuşken, elleriyle koymuş gibi buldular beni. O sabah
Berlin'de ilk sabahımdı, ev arkadaşımın erkenden işe gitmesi
gerekiyordu ve evde tek başıma oturup onun işten gelmesini bekleme
fikrine katlanamamıştım. Böylece onunla birlikte sabahın erken
saatlerinde Kotti'ye doğru ben de yola koyuldum.
Kreuzberg
sınırını geçtiğimde, Türkiye'ye giriş yapacağımdan haberim
yoktu o sıra.. Metrodan yukarı çıkıp da etrafa şöyle bi bakma
fırsatı bulduğum anda, kendimi zamanı da mekanı da Almanya'nın
dışında kurulmuş başka bi ülkenin , kendi ülkemin içinde
buldum. Yüzümde salak bir gülümseme, yürümeye devam ederken
önüme çıkan köprünün üzerindeki kocaman “ Kreuzberg
Merkezi” yazısını gördüğümde doğru yerde olduğumu
anlamıştım artık.. Neden bilmiyorum, orada öyle yürürken
omuzlarım dikleşti, ilk günün getirdiği ürkeklik ve öz güven
krizi hafif kırılır gibi oldu. Birkaç adım sonra, arkadaşım
beni 'Simitci'yle tanıştırdı, uzun zamandır özlemi çektiğim
şöyle mükellef bi türk kahvaltısı yapabilecektim sonunda,
buradayken yiyeceklerin bile anlamı başka.. Daha önce bildiğimiz,
sıradan siyah zeytin ve beyaz peynire duygusal anlamlar
yükleyeceğimi söylese biri inanmaz, katıla katıla gülerdim
herhalde ama o gün simitçide o zeytinleri gördüğümde, simitin
kokusunu şöyle burnuma çektiğimde uzun zamandır görmediğim
eski bir sevgiliyle karşılaşmış gibi heyecanlandım, midemde
kelebekler uçuştu. Arkadaşım cep telefonu kullanmıyordu, bu
yüzden o işten çıktıktan sonra buluşmamızın tek yolu benim
onu aynı yerde, simitçide bekliyor olmamdı. İşinin erken
biteceğini, oradan ayrılmamam gerektiğini söyleyip gitti.
Yalnız
kaldıktan sonra, o biraz önce aşk yaşadığım zeytinler geçmedi
boğazımdan, lokmalar büyüdükçe büyüdü ağzımda yutamadım.
Midemde uçuşan kelebekler gitti, yerlerine kocaman ağır mı ağır
bi taş geldi oturdu. O gün orada saatler geçmek bilmedi, sabah
9'dan beri bekliyordum ve hala gelen giden yoktu. Oturduğum yerde
kök salmış, sıkıntıdan ölmek üzereyken yanıma ışıl ışıl
iki tane genç kadın oturdu. Almanya'ya göç eden ilk jenerasyon
kadınların sorunlarından, anaokulundaki çocukların almanca ve
türkçeyi yeterince kullanamamalarından, iletişim problemlerinden
bahsediyorlardı. Ben de master tezimi tam da bu konuştukları
konulardan biri üzerine yazmak istiyordum, böylece konuşmaya
çekinerek dahil oldum. Ondan sonra geçen on dakika içerisinde,
ikisini de sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordum.
Anlattıklarımı öyle can kulağıyla öyle ilgiyle
dinliyorlardı ki mutluluktan ölebilirim. Beni Familiengarten'la
tanıştıran işte hiç tanımadıkları birinin hikayesini
gözlerini kırpmadan dinleyip, ona gönülden yardım etmek isteyen
bu iki kadın oldu. Çaylarımız bitmek üzereyken, beni şimdi dört
aydır stajer olarak çalıştığım ve birbirinden harika, cesur
kadınlarla tanıştığım Familiengarten'a davet ettiler.
Arkadaşımı beklemem gerektiği umrumda bile değildi artık ve
peşlerine takılarak hayatımdaki en doğru kararlardan birini
verdiğimi şimdi biliyorum.
Buradaki
hikayeler , buradaki kadınların kocaman yürekleri, emekleri
anlatmakla bitmez..Hepsini bi çırpıda anlatmaz hele hiç
olmaz..Şöyle tadını çıkara çıkara yazmak istiyorum hepsini
ayrı ayrı.. Bu yazı yalnızca bi giriş, şansımın döndüğü
nadir anlardan birinin hikayesiydi.Daha anlatacak çok şeyim var,
bekleyinnn de bekleyinnn :)
:))) çok esrarengizsin :)
ReplyDeletetabiiii :))
Deleteyorum yazmayı başaramasam da yazılarını çok beğeniyorum, seninle gurur duyuyorum. ferhan
ReplyDeleteteşekkür ederim annem benimmm! ne güsel de yorum yazmışsın işte gayet de başarmışsın :) ohh misss
Delete