Berlin'de
bugün hava yer yer stres ve isyan bulutlarıyla dolu, hafif mide
bulantısıyla karışık, depresyon yüklüydü. Böyle havalarda,
kendinizi ev işlerine verirseniz havanın kasvetini biraz unutur,
dördüncü katın penceresinden aşağıya atlama, kafanızı fırına
sokup gazı sonuna kadar açma ya da kendinize evdeki ilaç
deposundan leziz bi kokteyl hazırlayıp bi nefeste yutma gibi bir
takım tatsız ve rahatsız edici isteklerinizi bir parça
öteleyebilirsiniz.
Bana
gelince, ben her zaman günümü çamaşır, bulaşık, temizlik ve
yemek gibi aktivitelerle şenlendirmesini bilen biri oldum. Ancak
havada stres ve isyan bulutlarının yanında, öfkeyle karışık
nefret rüzgarları esiyorsa tüm bu işleri bitirmek yalnızca bir
yarım gününüzü alabilir. Bu durumda günün diğer kısmında
hayati tehlikeniz devam ediyor demektir. Fakat yine de
endişelenmenize gerek yok çünkü bendeniz 'Berlin'de bir gurbet
kuşu' olarak test ettim onayladım, çözüm bir telefon mesafesi
kadar yakında. Günün diğer kısmındaki hayati tehlikeden
kurtulmak için telefon listenizde ne kadar kafa ütüleyici eşiniz
dostunuz varsa kendilerini evinize davet etmelisiniz. Günümüz
bilişim çağında telefonunuzu kullanmak yerine internet yoluyla
sosyal medyadaki takipçilerinizi, arkadaşlarınızı çok mecburi
durumlarda siber sapıklarınızı da davet edebilirsiniz. Burada
önemli olan beyninizi kullanılmayacak hale getirene kadar meşgul
edecek ve önemsiz ayrıntılarla dolduracak mümkün olduğunca çok
bireye en kısa sürede ulaşabilmenizdir. Önemli bir ayrıntı
olarak ağırlayabileceğiniz maksimum misafir sayısı kadar hayati
tehlikeyi atlatma şansınızın yükseleceğini lütfen unutmayınız.
Bugün
sizi neden burada toplamış olduğumu da böylelikle anlamış
oldunuğunuzu umuyorum. Geçen seferki kurbanıma hikayemi anlatırken
çaydanlığın altını yaktığım için sizlere çay ikram
edemeyeceğim efenim, affınıza sığınıyorum. Evde ne kadar
püskevit varsa dün geceki göz yaşı sağanağında önlem olarak
tükettim, bu yüzden bugün burada yalnızca bol bol kuru laf ve
sizleri hiç mi hiç ilgilendirmeyen hayat hikayemin ufak bir
parçasını bulacaksınız. Bunun hem sizin hem de benim ruh sağlıma
iyi geleceğini garanti ediyor, vereceğim geçici beyin
durgunluğundan dolayı takdir edilmeyi bekliyorum.
Nerede
kalmıştık.. Turuncu bir sonbahar günü..Yüzümdeki anlamsız
çakır keyif gülüş ve taksiden inişimiz.. Eve vardığımızda,
bizi kapının önünde bekleyen Alex, Jan ve Umut üçlüsüyle
karşılaşmıştık. Üçü de birbirinden sevimli ve yakışıklı
görünüyordu. Derya'yla göz göze gelişimizi hatırlıyorum,
birbirimize gözlerimizle ohh iyi ki gelmişiz, gözümüz gönlümüz
açılacak demiştik içeriye girerken. Erasmus arkadaşlarımızın
poşetleri vodka, bira ve bilumum alkol ürünüyle doluydu. Kafası
üç biradan sonra çoktan iyi olmuş ben, üzerine bir de iki bardak
vodkayı yuvarlayınca önümü göremez duruma gelmiştim. O zamanki
sarhoşluğun etkisi olsa gerek, tanışma faslını pek iyi
hatırlayamıyorum ama Umut'un adını Umur diye anladığımı ve
bütün gece ona Umur diye seslendiğimi hatırlıyorum.
Sarhoşluğumdan faydalanan Alex, beni laptopunun başında
kilitlemiş bütün gece anlamsız şarkılar dinleterek kız
arkadaşıyla olan problemlerinden bahsetmişti. Kalkıp gidemiyordum
bi türlü çünkü ağladı ağlayacak mahsun gözlerle anlatıp
duruyordu çocuk, ingilizcem tüm söylediklerini anlamama yetmese de
yapacak bir şey yoktu, kaderime razı gelmiştim bi kere ne söylese
kafamı sallıyordum. Gözüm arada sırada masanın öbür ucundaki
muhabbete kayıyor, Derya ve Umut'un sohbetlerinin ilerlediğine
tanık oluyordum. Bir süre sonra Umut ve Jan, Umut'un karnı
ağrıdığı için evden ayrıldılar. Benimse Alex'le olan çilem
bütün gece bitmek bilmedi. Marco o gece iki kez aramış ancak ben
duymamıştım. Her on beş dakikada bir acaba aradı mı diye
telefonunu kontrol eden, Marco'yla tanıştıktan sonra telefonu
adeta doğal bi uzvuymuş gibi kendine yapışık tutan ben, nasıl
olduysa aradığını duymamıştım o gece. Belki de sonun
başlangıcıydı bu ve ben o zaman farkına varamamıştım.
Gece
eve döndüğümde apar topar Skype'ı açtım, belki bir ihtimal
Marco'yu yakalar konuşma fırsatı bulurum düşüncesiyle ama
yoktu. Son bi kuvvetle dişlerimi fırçalayıp, kendimi yatağa
attığımda , ilk defa senaryonun 'Marco'yla yeniden
karşılaşacağımız ilk gün' teması üzerine kurulduğu aptal
hayaller kurmadan sade ve derin bir uykuya daldım.
O gün
o evde vücudumun kimyasını değiştiren, rüyalarımdan başlayarak
bütün ruhumu ele geçiren ve beni gün geçtikçe dönüştüren,
değiştiren bir şey girmişti kanıma. Ben uykunun derinliklerinde
her şeyden habersiz ilerlerken, kanımdaki şey tüm ekibiyle
birlikte dönüşümün inşaatına Marco'yla ilgili kurduğum
hayalleri yok ederek başlamıştı bile. Peki ama neydi kanıma bu
kadar hızlı ve etkili karışan şey ? Yan etkileri, semptomları ,
sonuçları ne olacaktı ? Bütün bu soruların cevabını nasıl
keşfedecektim..
Devamı
çok yakında :)