Yazamadım bir süredir..
Çünkü zaman beni yuttu, nasıl olduğunu bile anlamadan midesine
indiriverdi. Ben farkına bile varamadan öğütmeye başladı beni ,
allahtan şu günlerde sindirim konusunda sıkıntı yaşıyor da ben
de elinden kurtulup bir iki satır yazabiliyorum buraya.
Ben zamanın midesinde
yavaş yavaş öğütülürken neler oldu.. Memleketimdeki zalimlik
oranı öyle bir arttı ki , herşeyi bırakıp buraları terk etmeyi
karar verdim. Gurbet kuşu olmanın başta bana kimseye bir faydası
olmayacağına burada kaldığım sürece bi halta yaramayacağıma
kanaat getirip arkama bakmadan Berlin'den ayrılmak istedim. Ağladım
zırladım, tepindim , uzaktan izlediklerime isyan ettim ama bavulumu
bir türlü toplayıp da gitmedim, gidemedim. Vicdanım kapıya doğru
her hamle yaptığında, bedenim kapı kollarına , pencere
pervazlarına yapıştı , tüm ağırlığıyla ruhumun üzerine
abandı , kıpırdayamadım. Gidememek bünyemde çeşitli yan
etkilere sebep oldu ; öyle uzun cümleler kurdum o kadar çok
konuştum ki kendi sesim yüzünden şiddetli baş ağrılarına
mahkum oldum. İş yerindeki Avrupa vatandaşlarına direnişi, polis
şiddetini, yaşanan zulmü her gün düzenli olarak anlatmayı
kendime görev edindim bir süre. Yüzüme uzaylı gibi bakmalarına
aldırmadan, her sigara molasında, her öğle yemeğinde bıkmadan
usanmadan gördüğüm şanslı kişilere türkiye gündeminin tüm
ayrıntıları nefesim kesilene kadar , gözlerim yaşarana kadar
anlattım. İçimde ağırlık gider sandım, gitmedi .Vicdanım ilk
önce midemin ortasına koca bir taş olarak çöreklendi , yetmedi
boğazımda yumruk oldu nefesimi kesti.
Neden gidemedim diye kafa
yordum bi süre.. Annem ve babamın yavrum yapma etme, bizi üzme
buraya gelip de kendini mi tutuklatacaksın telkinleri mi etkili oldu
acaba diye düşündüm önce. Cevabı bulmam uzun sürmedi , daha
önce gitmeyi başarmış , işin öyle bavul toplayıp uçağa
atlamakla bitmediğini , gitmenin her defasında hayata yeni ancak
sanıldığı gibi beyaz olmayan, simsiyah bir sayfa açmak anlamına
geldiğini ve o sayfanın beyaza dönüşüp , içi doldurulabilecek
kıvama gelmesi için uzun uzun beklemek gerektiğini bir gurbet kuşu
olarak tecrübe etmiştim. Uzun lafı kısası, yemedi.. Yemeyince
ben de kendimi zamanın kocaman ağzından içeri attım, beni yutsun
diye bekledim bi süre. Sonra bir baktım midesindeyim, öyle bir
öğütmüş ki beni midemdeki taş unufak olmuş , suçluluk
duygusundan eser kalmamış, hüzün hala orada bi yerlerde ama yine
de gözle görülür bir hafiflik var üzerimde. Zamanın midesinde
insanın gözünün önünden geçen film şeritleri yok, kendini
sorgulamak zorunda kalmıyorsun , tek yapman gereken başta acı
gelen mide öz suyuna kendini şöyle usulca bırakmak. Sonrası
kolay, bi önceki günün diğerinden farklı olmadığı bir sürü
minik ayrıntının bir araya gelip de hiç birinin bellekte iz
bırakamadığı anlar topluluğu.. Tamamen zararsız ve acısız.
Yalnız insan pek yaşadığını hissedemiyor, onu da ufak bir yan
etki olarak belirtmek zorundayım. Her ilacın bir yan etkisi vardır
ne de olsa..
Bugünler de ara sıra
çarpan hüzün şokları , durup dururken yüzümde güller açtıran
mutluluk dalgarıyla zamanın midesindeki stabil durumumu malesef
koruyamamaktayım. Bu duruma sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum
ancak zamanın sindirim sisteminde oluşan bu ufak sıkıntıdan
şikayetim olmadığı gibi kendisine talcid ikram etmeye de hiç
niyetim yok.
Ben , bir kısmı zaman
tarafından öğütülmüş ruhum ve tüm hücrelerim ile birlikte
tekrar yaşadığımı hissediyorum. Bu da iyiye işaret olsa gerek..